Deniz Ülke Arıboğan "Yeniden Düşünmek, Yeniden Yorumlamak" Programına Konuk Oldu

Yazıcı-dostu sürüm

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş, Enstitünün sosyal medya hesapları üzerinden yayınlanan ve her hafta birbirinden değerli konukların katıldığı “Yeniden Düşünmek, Yeniden Yorumlamak” isimli programda bu hafta uluslararası ilişkiler alanının önemli ismi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’ı konuk etti.

Programın açılışında konuşan Enstitü Başkanımız Prof. Dr. Şeref Ateş, “Kültür ve bilim üreten, kültür ve bilimle uğraşan bir kurum olarak insanların geçici problemlerini, günlük siyasi telaşları, şahsi, ulusal ve bölgesel çıkarları bir kenara bırakarak salgın sürecini nasıl değerlendirebiliriz, yeniden nasıl düşünebiliriz, yeniden bütün olayları nasıl yorumlayabiliriz? diye böyle bir program başlattık, bir zihin yolculuğu başlattık. Başta Türkiye'den olmak üzere dünyanın her tarafından kültür ve bilim insanlarıyla bir araya gelip sorunları derinlemesine ama yüzeysel sorunlar değil, sorunların temelindeki düşünceleri irdelemeye çalıştık ve grupta yalnız olmadığımızı fark ettik. Çünkü bu programımız eş zamanlı şekilde İngilizce ve Arapça olarak da yayımlanıyor ve dünyanın her tarafında benzer sorunlara ilginin yoğun olduğunu görmek bizi sevindirdi. Türkiye'nin zenginliklerini dünyayla buluşturmaya devam edeceğiz.” dedi. 

Enstitü Başkanımız Prof. Dr. Şeref Ateş’in “Duvar kitabınızla ifade ettiğiniz insanın temelde bu duvar ihtiyacını ve dünyanın her tarafında duvarların gittikçe arttığı, sınırların arttığı bir dönemi biraz da tehdit olarak insanlık açısından geldiğimiz nokta olarak ifade ediyordunuz. Bu salgından sonra da duvar ustaları işsiz kalmayacak gibi. Yani duvarlar yapılmaya devam edecek. Sizce nasıl olacak salgından sonraki durum? şeklindeki sorusuna Deniz Ülke Arıboğan şu ifadelerle cevap verdi:

“Ne oldu da bir anda dünyamız sınırları ortadan kalkmış, geçirgen hâle gelmiş küresel bir köyden bir anda bütün ülkelerin sınırlarına duvarlar örmeye başladı. Yeni ve güvenlikleştirilmiş bir ortama doğru dönüştü. Yani aslında duvar burada bir metafor. Bir zamanların ruhunu anlatan bir sembol olarak oraya dikiliyorlar. Berlin Duvarının yıkılışından 2 yıl önce 1987 yılında Ronald Reagan'ın Brandenburg Kapısı’nın önünde yaptığı bir konuşma vardı. Mister Gorbaçov, yıkın bu duvarları, açın kapıları demişti ve ortalık birbirine girmişti. 2 yıl sonra durdurulamaz hâle geldi. O duvarlar yıkıldı. Yani Amerika'nın liderliğinde şekillenen bir dünyanın sloganıydı o. Yıkın duvarları, demir perdeyi yıkın, sınırları yıkın, aşın, ortak bir pazar kurulsun, kültürler kaynaşsın. İşte “Mc World” denilen bir Mc Dünya: Mc Donalds, Macintosh. Mc üzerinden gelişen bilgisayar sistemleri, yeme içme, silah sanayi savaş endüstrisi üzerinden gelişen bir dünyadan bahsediyordu. Hakikaten de çocuklarımızın yediği yemekler aynılaşmıştı, dinlenilen müzikler aynıydı, küresel moda trendleri aynıydı. Yerellik gibi şeyler de çok kullanıldı. Ama yerellikten daha çok tanımlanmış evrensellikten ve sistemin egemen güçleri tarafından mimarisinin kurgulandığı bir evrensellikten söz edebiliyoruz. Böyle bir dünyanın içine giriyoruz gibiydi ve insan mobilizasyonu artmıştı. Küresel finans dünyanın her yerinde coğrafyasızlık özgürlüğünü kullanıyordu. Yani sabah Hong Kong’tan başlıyor yolculuğuna arada 10 saniye içinde New York'a gidiyor oradan Londra'ya geliyor oradan Singapur'a geçiyor. Böyle dolaşan bir küresel para ve çok yoğun ticaret, dış yatırım ve kültürel birbirine geçiş. Her yerde suşi restoranları, Türklerin pidecileri, dönercileri, Yunanlılar'ın pitacıları böyle bir dünya. 

Bu artık geri dönülemez bir noktaya geldi gibi görünüyordu ve bizler de tabii gençlik yıllarımız 1990'lı yıllarda sadece küreselleşmeden söz ediyordu. Google ilk kullanılmaya başlandığında  en çok kullanılan kelimeler arasında küresel, küreselleşme, global, globalizasyon bu gibi kavramlar vardı. İnsanlar en çok onlardan bahsediyordu. Her lafın başına bir global getiriyorduk. Yani globalsiz bir şey olmuyordu. Fakat 21. yüzyıl aslında çok enteresan krizlerle başladı. Ben bugünkü pandemi için üçüncül küresel kriz diyorum. Yirmi yıl içerisinde üç tane bütün dünyayı etkileyen büyük kırılma olayı yaşadı bu yeni nesil. Yani yirmi yıllık yaş alan gençler üç tane küresel mücadele ile karşılaştı. 11 Eylül saldırısı ve oradan ortaya çıkan büyük bir küresel terör algısı ve bütün dünyada güvenlikleştirme sürecinin başlaması yani dünyanın ekonomik kaynakları barış endüstrilerinden, eğitimden, sağlıktan, kozmetikten bir anda askerî endüstriyel kompleksin damarlarına pompalanması. Bu nasıl bir şey? 790 milyar dolarlık bir dünya savunma harcamasının, bugün 1.94 trilyon dolara çıkmış olması üzerinden şekilleniyor. Şimdi olayın birinci boyutu bu. Hemen akabinde 2008 ekonomik krizi geldi, ikinci büyük kriz ve bu dünya üzerindeki iktisadi kaynakların küresel aktörlerden, devlet olmayan aktörlerden devlet merkezlerine doğru akışını sağladı. Çünkü devlet müdahalesi olmayan bir pazar ayakta kalmayı başaramaz hâle geldi ve yeni birtakım kapitalist modeller ortaya çıktı. Çin ve Rusya gibi. Bunlar ayakta kaldı. Yani en ağır darbeyi sistemin liberal kapitalist merkezini temsil eden devletler aldı. Avrupa Birliği aldı, transatlantik ittifakı aldı. Bu da üçüncü küresel kriz son yirmi yılda. Her bir adımda, her bir krizde dünya başka bir rotaya doğru, sanki trenin ray değiştirmesi gibi. Yani tren aslında çok ciddi anlamda yirmi yıl içerisinde tamamen rotasını dönüştürüyor ve duvarlı dünyanın bize söylediği bir şey var. Bunu anlamak lazım. Devletler sınırlarını duvarla örmeye başladığı zaman bir şey diyorlar. Bu duvarın öte tarafı benden değil, böyle küresel köy falan yok. Benim köyüm var. Benim köyümün içinde vatandaşlarım konsolide olmak zorunda, birbirine bağlanmak zorunda ve böyle alt kimliklerle uğraşamayız. Herkesin alt üst kimliği ve vatandaşlık kimliği olacak, devlete bağlılık olacak. Yani liberal düzenin birey diye tanımladığı varlık şu anda tekrar vatandaşa döndü. Birey ile vatandaş arasındaki fark ne? Birey özgürlükleri, hakları olan bir varlıktır. Vatandaş sorumlulukları, görevleri olan bir varlık. Devlet merkezleri yaratıyor ve o duvarla dünya bölüyor. Dünyayı bütünleştirme bölüyor.” diye konuştu.

 

Enstitü Başkanımız Prof. Dr. Şeref Ateş’in “Bizim kültür olarak ve kültür kurumu olarak aslında üzerinde durmak istediğimiz sizin sanayi sonrası uygarlık diye tarif ettiğiniz küreselleşmenin içerisinde, insanın ya da 21. yüzyılın insana ne sunduğu? Baktığımızda işte İstanbul koca bir şehir. Paris'ten, Tokyo'dan, Amerika'dan bir farkı yok. Yani insanın temel dürtüsü ya da isteği, zamandan ve mekândan tasarruf etmek ya da zamanı ve mekânı aşmak için hız ile bir mekândan bir mekâna gidiyor. Ama bütün mekânlar birbirine benziyor. İşte Roma'daki tarihî eserler farklı, İstanbul’dakiler farklı. Ama havaalanlarından tutun hastanelerine kadar her şeyi aynı. Aynılaşan bir dünya ve bu mudur yani insana sunulan 21'inci yüzyıl medeniyeti bu mu olacak?” sorusu üzerine Deniz Ülke Arıboğan; 

"İnsan öyle kendi hâline bırakılan bir varlık değil, insan terbiye edilen bir varlık. Bunun da farkındalığında olmayan bir varlık. Doğduğumuz andan itibaren içine doğduğumuz kültürün hamuruyla yoğuruluyoruz değil mi? Yani bir Müslüman topluma doğunca, Müslüman değerleri alıyorsunuz ve onunla birlikte yoğrulmaya başlıyorsunuz. Aslında sizi aldığı o çıplak hâliyle bırakmıyor. Sizi başka bir şeye dönüştürüyor. Sonra eğitime girmeye başlıyorsunuz. Kim egemen güçse, o dönemin kutsallarını belirlemeye başlıyor ve siz o kutsallara göre eğitimi dizayn ediyorsunuz, Ahlak anlayışını düzenliyorsunuz. Yani o toplumun parçası, evrensel kültürün parçası olmaya çalışıyorsunuz.

Yunus Emre Enstitüsü neden önemli? Bütün o küresel, evrensel şablon dayatmasına karşı, aslında küresel düzeyde hareket eden yerli ve millî asabiyet damarını temsil ediyor. Biz hiçbir zaman o küreselleşmeci kültürün aşırı bireyci modelini benimseyebilmiş topluluklar olmadık. Biz, biz diye davranan insanlarız. Yani komşusu aç yatarken, biz tok yatamayız. Avrupalı da Batılı da yardım kültürü olabilir, insanlar vicdanları gereği yardım yapabilir ama bu ayrı bir şey. Bu bizim toplumumuzun normalidir, yardım yapmak. Anormal bir şey değildir. Amerika'ya bakıp bu çok anormal bir şey diyebilirsiniz. Yani büyük büyük bir milyarder büyük bir miktar bağış yapabilir üniversiteye araştırma yapsın diye. Biz yediğimiz lokmayı, trende yan yana oturursunuz, yanınızdaki koltuktaki hiç tanımadığınız birisine veririz. Sandviç yerken Allah'ın adını verdim diye tutturursunuz. O sandviçin yarısını yiyecek yanınızdaki tanımadığınız insan. Yani böyle bir kültürün içinden geliyoruz. Bir gün dünyayı biz yönetmeye başlarsak herkes sandviçini bölüşmeye başlar.” ifadelerini kullandı.

Programı aşağıdaki linklerden izleyebilirsiniz.

https://www.pscp.tv/w/1mrxmQMQvWDxy?t=5 (Türkçe)

https://www.pscp.tv/w/1mrxmQMQvWDxy         (İngilizce)

https://www.facebook.com/yeearabic/videos/260621175390050 (Arapça)

Diğer Etkinlikler

Mogadişu Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm dünya...

Lefkoşa Yunus Emre Enstitüsü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının...

Yunus Emre Enstitüsünün katkılarıyla, tarihi yüzyıllar öncesine dayanan ve unutulmaya yüz tutmuş kadim sanat...

Türkiye ve Çin sürdürülebilir enerji alanındaki iş birliği projelerini, Çin Ulusal Enerji Yatırım Kuruluşunun (SPIC) ev...